24 Mayıs 2012 Perşembe

Bir kadının unuymayacağı TEK şey !



“Kadın, adın nedir?”
“Bilmiyorum ...”
“Yaşın kaç? Nerelisin?”
“Bilmiyorum ...”
“Niçin o tüneli kazıyordun?”
“Bilmiyorum ...”
... “Ne zamandır gizleniyorsun?”
“Bilmiyorum ...”
“Niçin ısırdın parmağımı?”
“Bilmiyorum ...”
“Bizden sana zarar gelmeyeceğini bilmiyor musun?”
“Bilmiyorum ...”
“Kimin tarafındansın?”
“Bilmiyorum ...”
“Bu bir savaş, seçimini yapmalısın?”
“Bilmiyorum ...”
“Köyün hâlâ yerinde duruyor mu?”
“Bilmiyorum ...”
“Şunlar senin çocukların mı?”
“Evet ...!”

(Bir kadin bir tek "anne" oldugunu unutmaz..!)

Wislawa SZYMBORSKA - VİETNAM

22 Mayıs 2012 Salı

CAİZE

Şair Ebu Dellame ile Halife Mehdi arasında şöyle bir vakıa geçmiştir: Ebu Dellame, Abbasi hükümdarlarına bir kaside takdim eder. Halife kasideyi pek beğenir:
- Sana bu kasiden için ne caize vereyim?
- Efendimiz bendeniz bir av köpeği isterim.
- Bu kadar güzel bir kasidenin caizesi bir av köpeği olur mu?
- Efendim kulunuz böyle istiyor.
Halife Mehdi işe şaşar, ama şairi de kırmak istemez:
- Peki, istediğin gibi sana bir av köpeği versinler.
- Fakat Efendim bendeniz ava ne ile gideceğim?
- Hakkın var bir de at versinler.
- Ata nasıl bineceğim?
- Doğru, güzel bir eğer takımı da versinler.
- Efendimiz ata kim bakacak?
- Haklısın, bir de köle versinler.
- Ama Efendim ben atı nerede barındıracağım?
- Bir de ahır versinler.
- Köleyi nerede yatırayım?
- Bir ev versinler.
- Bu kadar halkı ne ile doyuracağım?
- Bin altın da haçlık versinler.
- Efendim…
Halife Mehdi şairin sözünü kesmiş:
Eğer masrafı idare etmeye bir kethüda, hesapları tutmaya bir katip istersen köpeği geri alırım ha!..

İki yüzlülük


Fiil ve söylemlerimizdeki gerçek yüzümüz, Arasat meydanında ortaya çıkacak.
Değil; birbirimizin yüzüne, kendi yüzümüze bakabilecekmiyiz.

AŞK

AŞK aslen "O"na götüren bir rehberdir, lâkin bu zorlu mücadeleyi beceremeyenler, "O"nun yarattığına muntesip olarak yaşamaya mahkumdurlar.

Sükut-u Hayal

Sükut-u hayale uğramaktan korkan çiçeklerin derdiyle hem derd olmuşum nicedir… 
Nicedir dizginsiz binerim sevdâ atına!
Yoksa ne mümkün ermek…
Mecnunların, Keremlerin, Yusufların katına!
Süflî melekelerden sıyrılarak kanat çırpmaktayım, kendimin dahi fark eylemediği kesif bir bâtına…
Ve kaderin kûfî yazan kalemi usulca iliştirmekte hayatımı, hayatına…

Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı ?

Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?

Bir katılımcı: Allah’a şükür, hocam, bildiğimiz kadarıyla yok.
Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı
milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?
Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar: Ölüm.
Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?
Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır…
Cüceloğlu: Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
Katılımcılar: Hayır
Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?
Bir katılımcı: Var.
Cüceloğlu: Yarın?
Bir katılımcı: Evet.
Cüceloğlu: 30 yıl sonra?
Bir katılımcı: Olabilir.
Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?
Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.
Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir garanti?

Bir katılımcı: Yoktur Hocam.

Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?
Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlar.

Bir katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek?

Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?

Bir katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.

Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma ya da gerginlik yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona, yüreğinizin derininden gelen bir “Seni gerçekten çok seviyorum” demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?
Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.

Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde “Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim” diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?

PİRE FELSEFESİ



Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görürler.Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışırlar ama başlarını tavandaki cama çarparak düşerler.Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplarlar, tekrar başlarını cama vururlar.

Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çekerler.Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıpla(ya)mamayı öğrenirler.
Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplarlar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkânları vardır ama buna hiç cesaret edemezler.Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı ‘hayat dersi’ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkânları vardır ama kaçamazlar.
Çünkü engel artık zihinlerindedir. Onları sınırlayan dış engel (cam) kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel (burada 30cm’den fazla zıplanamaz inancı) varlığını sürdürmektedir.
Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini göstermektedir. Bu pirelerin yaşadıklarına ‘cam tavan sendromu’ denir. Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır.
Cam tavanınız hayallerinizin tavan yüksekliğini gösterir. İnsan inandığına denktir. Yapabileceği düşündüğü kadardır.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Aşk Nedir ?

YÜZÜ SİMSİYAHTI AMA KENDİSİ BOYAMAMIŞTI Kİ !




Yüzü simsiyahtı. Ama kendisi boyamamıştı ki! Kaldı ki, kalbi bembeyazdı. Buna rağmen onu basite alanlar vardı. Dedi ki: – Ya Resûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?
– Asla!
– O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?
– Amir bin Veheb’in evine git ve “Resûlullah selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti” de. Siyah yüzlü genç hemen adrestedir. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır. Baba kızgın, hemen reddeder. Ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:
– Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini? Efendimiz (sav)’in o emri tebliğ buyurmadığını? Hemen git, Resûlullah’tan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullah’ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.
Kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:
– Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikahlısıdır. Efendimizin gence emri:
– Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.
– Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!..
– Öyle ise Ali’ye, Osman’a, Abdurrahman bin Avf’a git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.
Uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta… Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkese ilan etmektedir: – Ey kendini Allah’a asker bilen Müslümanlar! Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak! Şimdi ne olacak?.. Cihada mı gitsin, evlenmeye mi?.. Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır. Ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır… Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.
– Bu genç, herhalde Bahreyn’den gelen biridir, derler. Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:
– Sen Saad mısın? buyurur.
– Evet, deyince de dua eder:
– Ceddine saadetler!..
Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar… Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. Şehitler tespit edilirken, bir ses:
– Allahü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!
Efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:
– Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!
Bir hayret nidası daha:
– Allahü Ekber!
Sonra döner, oradakilere hitap eder:
– Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin.
Babasına da deyin ki:
– Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allahü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü! Ve hayret nidaları birbirini takip eder:
– Allahü Ekber! Allahü Ekber!..

Muhakkak'ki İNSAN.. !

20 Mayıs 2012 Pazar

Demir ve İnsan

Geronimo

Yalan tohumdur,bire kırk verir,verdiği kırkın herbiride bir tohumdur ki bire kırk verir..

Bilgi de tohumdur, bire yüz verir,verdiği yüzün herbiri bir tohumdur ki;sana bilgelik, torunlarına ilham verir.

Zeka sudur, tohumları yeşertir, yalanı da bilgiyi de...

Yetenek topraktır, ne ekersen onu biçersin, ekmezsen üzerinde ayrık otları biter.

Emek güneştir,tohuma da ,suya da, toprağa da hayat verir...

Kader çadırındaki kilim gibidir,ipliğini uluy manitu verir,sen dokursun, deseni sendendir, renkler doğadan...

Şans doğal gübredir,boktan birşeydir yani, ne zaman nereye düşeceği belli olmaz; kilimine düşerse kirletir, desenini değiştirir,oysa toprağına düşerse besler...
Hayat, çatlak bardaktaki suya benzer.
İçsen de tükenir içmesen de.
Bu yüzden hayattan tat almaya bak.
Çünkü yaşasan da bitecek yaşamasan da...

DÜNYANIN GÜZELLİKLERİ

DÜNYAYA , DÜNYANIN GÜZELLİKLERİNE VE HİLELERİNE ALDANIŞIMIZ ; SİNEĞİN
ALDANIŞINA BENZER ...
SİNEK BAL KAVANOZUNA VE BALIN İÇİNE GİRDİKÇE FELAKETE GÖMÜLÜR AMA
O , BUNU ANLAYAMAZ.

Ana baba hakkı Kuran Filmleri İsra Suresi 23-25

Şüphesiz ALLAH Doğruyu Söyledi..

Kuran Filmleri (Nas Suresi)

Duha Suresi 1...4

İki şeye hakkım olduğuna karar verdim: Özgürlük ve ölüm. Birine sahip olamazsam ötekini isterim çünkü hiç kimse beni canlı tutsak edemez.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Böyle geldik Böyle gidicez

Var Git Ölüm

Abdal - Ervah-ı Ezelden

ÇAY VE ŞEKER

Aslan,koyun,kurt ve tilki



Aslanın biri bir koyunu yanına çağırır ve nefesinin kokup kokmadığını sorar;
-Evet
diye yanıtlar koyun..Aslan bu yanıta kızar ve koyunu parçalar, daha sonra kurda seslenip yanına çağırır onada aynı soruyu sorar.
-Hayır
diye yanıtlar kurt korkudan..Ancak o da yağcılık yaptığı için aslanın öfkesinden kurtulamaz..
Sıra tilkiye gelmiştir. Aynı soruyu sorar..Tilkinin yanıtı şöyle olur:
-Üzgünüm, üşütmüşüm biraz o yüzden burnum koku almıyor..
AKILLI KİŞİ TEHLİKELİ DURUMLARDA KONUŞMAZ.

HAYATIN ANLAMI NEDİR ?







"Eski zamanların birinde bir adam hayatın ne olduğuna takmış kafayı..Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş. Aldığı cevaplarda ona yetmemiş. Fakat mutlaka cevabı olmalı diyormuş. Köy kasaba-ülke dolaşmış buarada zaman durmuyor tabiki...Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona" şu karşıki dağları görüyormusun orada yaşlı bir bilge yaşar! İstersen ona git aradığın cevabı verebilir. Çok zorlu yolculuk sonunda bilgenin yaşa dığı eve ulaşmış,ve Hayatın anlamı ne olduğunu sormuş..Bilge bunun cevabını söylerim ama bir sınavdan geçmen gerekiyor..Adam kabul etmiş..
Bilge bir çay kaşığı vermiş admın eline ve içinde silme bir şekilde zeytinyağ doldurmuş, şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel. yanlız dikkat et kaşıktaki zeytinyağ eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin. Adamın gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış evet demiş kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı? Adam şaşkın ama ben kaşıktan başka yere bakmadım ki..Şimdi tekrar bahçeyi elinde kaşıkla dolaşıyorsu ama bahçeyi inceleyip gel. adamı bahçedeki güzellikler büyülemiş muhteşem bahçeymiş çünkü.. Geri geldiğinde büyülendiğini anlatmış...Bilge gülümsemiş ama kaşıkta hiç yağ kalmamış demiş ve eklemiş:


-Hayat senin bakışınla anlam kaznır ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varamazsın...Yada görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır...

"Hayatın anlamı senin bakışlarında gizlidir....

ENGELLERİNİ DERT EDENLERE










Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kandiside pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?

Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri, birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafında dolaşıp saraya girdiler.
Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.

Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı..Kese altın doluydu, bir de kralın notu vardı içinde..

-Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir. diyordu kral..

Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı..

-Her engel, yaşam koşullarınızı iyileştirebilecek bir fırsattır....

Tuz ve Su






Yaşlı hintli usta çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu bir bardak suya atıp içmesini söyledi.

Çırak yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

-tadı nasıl? diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi. Usta gülümsiyerek çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkartdı. Sesizce az ilerdeki gölün kıyısına götürüp, çırağına bu kez bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak ağzının kenarından akan suyu koluyla silerken yaşlı adam aynı soruyu sordu: Tadı nasıl?

-Ferahlatıcı, diye cevap verdi genç çırak
-Tuzun tadını aldın mı? diye sordu yaşlı adam
-Hayır dedi çırağı
Bunun üzerine yaşlı adam suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi.

-Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok..Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bir ıstırabın acılığı, neyin içinde konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda gereken tek şey, ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış...



Kişilik Dersi..






Sınıf, Öğrencilerin gürültü padırdısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda beliriyor. İçeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor. Tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor. Bakın diyor. Bu kişliktir. Hayatta sahip olacağınız en değerli şey..Sonra (1) 'in yanına (0) koyuyor; Bu başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)'i (10) yapar. Bir (0) daha...Bu tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz. Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor.Yetenek...disiplin..sevgi...Eklenen her yeni (0)'ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca...Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)'i siliyor. Geriye bir sürü sıfır kalıyor.
Ve Hoca yorumunu yapıyor:
-Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir..

Bu Benlikten Geçip Hakk'a Gidelim Cemal-i -ba Kemal-i Seyir İdelim.


Önemli olan eksiklik hissettirebilmek

Ne gerek var !

Dünya işlerinin,sıkıntılarının,eziyet ve cefalarının bir sonu olduğunu bilmek ne kadar büyük bir nimet.(ma-ül cedid )

Puzzle !

Parçaları kaybolmuş puzzle gibi artık insanlar. Kiminin ruhu, kiminin vicdanı,kiminin merhameti ve bir çoğunun kalbi yok..!
Ben ki her cem’iyyetin nâlanıyem
Hemdem-i hoş hâl-ü bed hâlânıyem
Her kişi zu’munca bana yâr olur
Sohbetimden tâlib-i esrâr olur.

iç kanamalı susuşlar




Yormak istemiyorum artık kimseyi,
Yorgunum zira!
Kelimeleri yanyana getiresim yok
Kendimi anlatmak için.
Yeni bir alfabe arıyorum konuşabilmek için.
Hiç söylenmemiş sözler duymaya ve yeniden
Cümleler kurmaya ihtiyacım var.
Yetmiyor bildiklerim...!


koynuma doldurduğum renkleri
birbirine katıyorum
ve onları
güneşin avuçlarına bırakıyorum...
...
dokunsam aydınlanır siyah
dokunuyorum kırmızı
turuncuya dönüyorum şimdi
sarı oluyorum sonra
maviye akıyorum.

yeşilim sen ol...

Bir Hint masalına göre ;

Kedi korkusundan, endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücü biri fareye acır  ve onu bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya baslar.
Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya baslar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok.
Onu eski haline döndürür..                                                                                                              
Ve der ki, "Sen cesaretsiz ve korkak birisin.
Sende sadece bir farenin yüreği var.            
O yüzden ben sana yardim edemem."   

18 Mayıs 2012 Cuma

ÖNEMLİ OLAN KİMDEN ÖĞRENDİĞİN DEĞİL, ÖĞRENEBİLDİĞİNDİR..!

Bir bilge bir göletin başında oturmaktadır dikkatini susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak gölete kadar gelip tam su içecekken kaçması çeker dikkatle izler olayı köpek susamıştır ama gölete geldiğinde sudaki kendi aksini görüp korkmaktadır bu yüzdende suyu içmeden kaçmaktadır. Sonunda köpek dayanamayıp kendini gölete atar ve kendi aksini görmediği için suyu içer. O anda bilge düşünür, `Benim bunda öğrendiğim şu oldu der.`Bir insanın istekleri ile arasındaki engel çoğu zaman kendi içinde büyüttüğü korkulardır. Kendi içinde büyüttüğü engellerdir. İnsan bunu aşarsa, istediklerini elde edebilir.` Ama biraz daha düşününce aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu görür. Asıl öğrendiği şey `İnsanın bir bilge bile olsa bir köpekten öğrenebileceği bilginin var olduğudur.``  Bu yüzden ne varsa paylaş senden de öğrenilecek bir şeyler vardır diğer insanlar için... Her insanın bir hikâyesi ve söyleyecek bir sözü vardır.

KAHVE


Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner. Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir. Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler :'Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız. Sunu bir düşünün: Hayat kahvedir. Is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak ALLAH'ın sunduğu kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz. Kahvenizin tadına varın!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...